Bir önceki yazımda, ki o da burada, Madame Tussauds'dan çıkıp Las Vegas yolunu tuttuğumuzu yazmıştım, bayağı zaman atlamışım :) Çünkü Las Vegas'tan önce, ki uçağımız saat 15:00'deydi, Central Parkı görmeliydik. Sabah 9 gibi tuvaleti banyosu ortak olan fakat şehrin en işlek bölgesinde olan otelimizden ayrılıp yürüyerek Central parka geldik :)
Aslında güney kapısından girmemiz gerekirken yine benim içgüdülerim sayesinde birazcık kaybolup doğu kapısından girdik parka. Hep duyar ve izlerdim fakat ancak görünce inandım büyüklüğüne. Parkın içine doğru 20-30 adım attıktan sonra ne şehrin gürültüsü kalıyor ne de stresi.
İlk baştaki resimde de görebileceğiniz üzere park gerçekten çok büyük. Öyle ki içinde, hayvanat bahçesi, göl, futbol sahası, müze bile var :) Biz hayvanat bahçesine gitmedik fakat müzeye uğradık. Parktaki müze bile bizim en büyük müzelerimizden daha büyük. Yüzlerce fotoğraf vardı size müzeyi tanıtabileceğim, anlatabileceğim. Fakat telefonum Las Vegasta çalındığı için fotoğraflar da uçtuuu gitti :( Bu durumda bolca kullanılan bir söz vardır, ne demişler müze fotoğrafı yoksa göl fotoğrafı var dostum. İşte parkın içindeki su gösterilerinin de yapıldığı devasa göl...
Genelde çok şanslıyımdır, öyle ki her gezide başıma bir şey gelir, ya düşer şaşarım ya bir şeylerim çalınır. Belki bunlar çok normal şeyler de benim bunu şans saymam anormal, bilemiyorum. Anormalliğim konusunda çekincelerim var. Konu zaten şu an benim anormalliğim değil. Konu uçağımıza birkaç saat kala ziyaret etmek istediğimiz Central Park'a gittiğimizde Kalp Sağlığı için düzenlenen bir koşunun tam ortasında kalışımız. Bilemiyorum belki de Böbrek sağlığıdır. Parkın içinde gezinirken kocaman bir plastik böbreğin içinden geçtiğimize yemin edebilirim. Neyseki çabucak süzülüp dışarı atıldık. Bu deli gibi atan kalplerin ve içip içip süzen böbreklerin arasından karşıya geçmek için de yaklaşık 10 dk kadar bekledik.
Bir ara koşanların arasına dalıp bir süre onlarla koşup sonra kendimizi karşı tarafa atmayı planlamadım değil fakat Ceyhun tarafından engellendim :) Sonuç olarak bir şekilde karşı tarafa geçmeyi başardığımızda gerçekten booolca duyduğumuz tatlı sincapları gördük çevrede.
Gördüğünüz gibi yukarıdaki fotoğrafı doğru düzgün çekmeyi becerebilseydim belki de şu an kendime bir sincap çiftliği kurmuş olurdum. Şapşal resmen flüt çalıyor gibi görünüyor fotoğrafta. Yada benim hayalgücüm kendini aştı artık :) Bilemiyorum bence fareli köyün sincabı olabilir.
Sincapları bir kenara bırakıp, aslında baya kaçıp gittiler bizden, gezmeye devam ediyoruz. Gölün çevresinde bir tur atıp kuşların cıvıltısını dinleyip huzuru hissettik. Bu arada söylendiği gibi bence de geceleri tehlikeli olacaktır park. Park o kadar büyük ki gündüz bile bazen yapayalnız olduğunuzu hissediyorsunuz parkta. Biz neyseki fotoğrafımızı çektirecek birilerini bulduk :))
Central Parkı görülmedik pek bir yeri kalmayana dek gezip, 1 $'lık elmamızla da karnımızı doyurup :) uçak için yola koyulduk. Bu sefer kesin gidiyoruz Las Vegas'a, bir önceki yazımdaki gibi ay şunu unutmuşum deyip geri dönmeyeceğim. Yani bir sonraki yazı Las Vegas... Kimilerinin deyimine göre günah başkenti Las Vegas'ta görüşmek üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınız benim için çok değerli. Yorumlarınız için teşekkürler...