21 Nisan 2013 Pazar

GÖBEKLİTEPE

Urfa'da geçirdiğimiz ilk günün ardından, sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yapıp, Göbeklitepe için yola çıkıyoruz. Göbeklitepe'ye gitmek için taksilerle anlaşmaktan başka çareniz yok şu anda malesef. Merkeze oldukça uzak, gidiş yarım saat kadar sürüyor. Biz bir şöförle, bizi Göbeklitepe'ye götürmesi, 30 dk-1 saat kadar bizi orada beklemesi ve tekrar merkeze bırakması konusunda 80 TL karşılığında anlaştık. Bence gidilen mesafeye göre fiyat oldukça uygun.
Göbeklitepe çevresine göre oldukça yüksek, adı gibi kocaman bir tepe. Merkezde hava ne kadar güzel olursa olsun, buradaki rüzgar insanı savurabilecek kadar şiddetli. Girişinde sizi yukarıda gördüğünüz tabela karşılıyor, buradan bölgeyle ilgili kısaca  bilgi alabilirsiniz.
Göbeklitepe, dünyanın bilinen en eski tapınaklarına ev sahipliği yapıyor. Bu araştırmaları yürüten Alman Arkeolog Klaus Schmidt'in son açıklamalarına göre bu tapınaklar en eski olmasıyla birlikte bu zamana kadar bulunan en büyük tapınak ünvanına da sahipler. Alan gerçekten çok büyük, neredeyse küçük bir dağın tamamını kapsayacak şekilde.
Ortada bulunan 2 büyük dikilitaş ve çevresinde yer alan daire şeklinde dikilitaşların üstlerinde bir çok hayvan figürü kabartmaları mevcut. En dikkat çekenleri yukarıda gördüğünüz yaban domuzu kabartmaları.
Bu alanın Cilalı Taş devrinden bu yana bir şekilde kutsal sayılması da nesilden nesile aktarım olayını doğruluyor gibi. 1963 yılında farkedilen 1995 yılında kazılara başlanan alanın üst tarafında, yerel halk tarafından bolca ziyaret edilen bir de dilek ağacı mevcut.
Arkeoloji dünyasının en büyük keşiflerinden biri olan Göbeklitepe için elde ettiğimiz bilgiler şimdilik bu kadarla sınırlı. Henüz yerleşik hayata bile geçmemiş avcı-toplayıcı grubun önce tapınak inşa edip daha sonra yerleşik düzene geçmesi medeniyet tarihi için tabiki bir dönüm noktası olacaktır. Bu konuda arkeologların çalışmalarını bekleyip gelişmeleri takip etmeye devam edeceğiz.

3 Nisan 2013 Çarşamba

ŞANLIURFA

Büyük ve heyecanlı Amerika gezimizden hemen önce araya bir de Doğu gezisi sıkıştıralım dedik. Şanlıurfa'ya biletler alındı, Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan sabah gece 3 gibi uçak için yola çıktım. Cumartesi sabah 05:25'de havalanan uçak tam tamına 1 saat 26 dk sonra Urfa'da oldu. Daha önce çok fazla uçak yolculuğum olmadı. Pekin, Shanghai ve İstanbul havaalanları haricinde başka havaalanı da görmedim. Urfa havaalanı benim için gördüğüm en küçük havaalanıydı. Aynı zamanda da uçaktan alana yürüyerek inmek de çok havalı.
Şanlıurfa havaalanından çıktıktan sonra kapıda sizi Havaş bekliyor oluyor. 10 TL ödeme yaparak son durak olan Abide'ye kadar gidebilirsiniz. Biz Manici Otel'de konaklamayı tercih ettiğimiz için Abide'de inip oradan taksiye bindik. Yürüyelim derseniz yürünmez, mesafe oldukça uzun zaten takside 20 TL kadar tutuyor. Taksiden inip ufak bir yokuş tırmanıp Manici Otel'le karşılaştığınızda verdiğiniz taksi parasına da uçak parasına da değer olduğunu anlayacaksınız. Otel konum olarak harika, meşhur Balıklıgöl'ün hemen karşısında. Manici otel Osmanlı tarzı dekorasyonu ile Urfadaki oteller arasında en dikkat çekenlerden...
Otel gerçekten şaşırtıcı derecede güzel atmosferiyle kalmaya değer. Fiyatlar da kaliteye göre oldukça uygun. Oda-kahvaltı fiyatları 1 kişi 80 TL, iki kişi 130 TL. Çalışanlar yardımsever ve güleryüzlü. Kahvaltı ise açık büfe ve oldukça geniş bir menüye sahip. Biz kahvaltıdan hemen sonra çıkıp meşhur Balıklıgöl'e gittik ki zaten otelin hemen karşısında. İlk ve son kez 7 yaşımdayken gitmiştim Balıklıgöl'e. 27 yaşımda yeniden kısmet oldu :) Balıklıgöl Urfa'ya geldikten sonra kesinlikle görmeden gidilmeyecek yerlerin başında...
İbrahim Peygamber, Zalim hükümdar Nemrut ve halkı putperestlere karşı çıkınca, şimdiki Urfa kalesinin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Allah tarafından ateşe "Ey ateş, İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emir edilince ateş suya, odunlar ise balığa dönüşür. Bu nedenle göldeki balıklar kutsal sayılıyor ve yerel halk tarafından da korunuyor. İki gölünde çevresi gündüz saatlerinde tıklım tıklım. Dilerseniz göl kenarında yörenin yerel kıyafetlerini kiralayıp fotoğraf çektirebileceğiniz yerler de mevcut...
Balıklıgöl'de balıkları besleyip küçük bir yürüyüşten sonra hemen arkasındaki Gümrük Han'da da çay molası verebilirsiniz. Gümrük han 1566 yılında Kanuni sultan Süleyman tarafından Urfa Sancak beyi Behram Paşa'ya yaptırılmış. Urfa'da nerdeyse her iş kolu için ayrı ayrı hanlar yapılmış fakat en hareketlisi bu sanırım. Urfaya kadar gitmişken kaçak çay dediğimiz çaydan almak isterseniz kilosu 15 TL civarı, isotun kilosu ise 10-25 TL arasında değişiyor. Hanın ortasındaki çay bahçesinde çayınızı içerken birden ortaya çıkan müzisyen abileri de dinleyebilirsiniz :)
Balıklıgöl, Gümrükhan derken akşamı ettik biz. Karnımızda acıktı, alışveriş yaptığımız esnafa nerede yemek yememizi önerirsiniz dediğimizde Balıklıgöl dergah içindeki Halil İbrahim sofrasını önerdi. Biz de tavsiyeye uyduk ve pişman da olmadık :) Öncelikle Urfa'nın ünlü Lebeni çorbasını tattık. Leben zaten yoğurt demek imiş, Lebeni de anlayacağınız üzere yoğurt çorbası. Daha sonra da tabiki Urfa kebab ve yine Urfa'nın meşhur şıllık tatlısı. Evet ilk duyduğumda bende de ehehe nasıl bir tatlıymış o yaa tepkisi oluştu :) Fakat tadına bakınca bayıldım. Krep ve içinde antep fıstığı üstünde şerbet ile servis ediliyor. Mutlaka yenilmeli :)
Karnımızı da doyurduktan sonra ertesi gün Göbeklitepe'ye yol almak üzere dinlenmeye çekildik biz. Göbeklitepe yazısı da çok kısa zamanda burada olacak...